Bir Türkü Dostu, Turan Erol

Mehmet Yılmaz

Turan Erol ismini ilk kez Gazi Eğitim Fakültesi Resim-İş Bölümünde öğrenciyken işittim. Bir üst sınıftakiler, “hocalarımızın hocası, çok önemli bir sanatçı” demişlerdi. O yıllarda kadrosu Ankara Üniversitesindeydi ve yarı zamanlı olarak haftada bir Gazi’ye de geliyordu. Bir başka şubeye ders verdiğinden, lisans döneminde tanıma ve öğrencisi olma şansını kaçırdım.

Kendisiyle ilk kez Hacettepe Üniversitesi’nde yüksek lisans sınavına girdiğim yıl, 1987’de karşılaştım. O yıl Hoca da bu kurumda çalışmaya başlamıştı. Sanatta yeterlik eğitimini bitirdiğim 1993’e kadar kendisinden dersler aldım, eleştirilerinden çok yararlandım.

Bu metinde, yakın çevresi dışında kimsenin pek bilmediği bir özelliğinden, türkülere olan ilgi ve sevgisinden söz etmek istiyorum. Esasen, ikimizi asıl yaklaştıran, buzları eriten de bu özelliği oldu (sanatta yeterlik sürecinin başlarında, bir mekân sorunu yüzünden saygısızlık ettiğim için aramız biraz soğumuştu).

Bir sabah okula bağlamamı götürmüştüm ve henüz kimse yokken dipteki baskıresim işliğine geçip bir şeyler çalmaya başlamıştım.  Yeni öğrendiğim ve pekiştirmek için üzerinde çalıştığım ‘Karanfilin moruna, ölüyorum yoluna’ adlı türküydü bu. Koridordan sazın sesini duymuş olacak ki, hemen geldi. “Az önceki türküyü bir daha çalar mısın?” dedi. Çaldım, söyledim. Kafamı kaldırıp baktığımda ne göreyim, Hocanın gözleri dolmuştu! Başımı okşadı. O sert ve mesafeli insan gitmiş, sanki yıllardan beri tanıdığım biri gelmişti.

Kendisiyle daha sonra okul dışında, bazen diğer hocalarımız ve bizim kuşaktan arkadaşların da katıldığı farklı ortamlarda (genelde Ankara Oran Mahallesindeki işliğinde), fırsat buldukça bir araya gelip muhabbet ettik. Orada bizzat tanık olduk ki, hocanın bildiği türkülerin sayısı hepimizinkinin toplamından bile fazlaydı. Başta Ege havaları olmak üzere, her yöreden okuyordu. Bu arada ezgileri söylemekle kalmıyor, söz, ses ve vurguyla ilgili yanlışlarımızı gördükçe bizi uyarıyor, doğru söyleniş konusunda bilgi veriyor, hatta bazen defalarca baştan aldırıyordu.

Öğrendik tabii nedenini. İstanbul’da Akademi’nin Resim Bölümünde okurken, bir yandan da bir koroda profesyonel olarak üç yıl çalışmış. Fikret Otyam’ın abisi Nedim Otyam’ın kurup yönettiği bir halk müziği korosuymuş bu. Fikret Otyam ve Orhan Peker, Turan Erol’un iyi türkü söylediğini bildiklerinden, onu mutlaka koroya alması gerektiğini söylemişler Nedim Otyam’a. Sonuçta, koroya girmekle kalmamış, yeteneğinden ötürü bir tür şef yardımcılığına kadar yükselmiş. Akademi’ye yakın ‘bir ev artığı’nda belli günlerde hazırlanıp, İstanbul Radyosu’nda haftada bir gün de ‘Yurttan Deyişler ve Söyleyişler’ adlı, canlı yayımlanan ve yaklaşık bir saat süren bir program yapmışlar. Turan Erol o koroda üç yıl çalışmış, yeri geldiğinde solo söylemiş; ailesinden gelen paraya ek olarak para kazanmış. Hatta öyle ki, Akademi’deki bazı arkadaşları mezun olduktan sonra onun Radyo’da kalıp çalışmaya devam edeceğini sanıyorlarmış, ama tereddütsüz resmi ve hocalığı tercih etmiş. Tabii, ilerleyen süreçte türkü ve edebiyat muhabbetlerine katılmayı sürdürmüş, bazılarını bizzat düzenlemiş; Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi ve arkadaşı olmuş, Ruhi Su ve Âşık Veysel gibi ustalarla aynı ortamı paylaşmış. 

Bunları dinlerken, Hoca’nın geçmiş derslerindeki eleştiri ve önerilerini anımsadım. Yazım ve sunumların kolay anlaşılır olmasını çok önemser; bunun için Bedri Rahmi’nin Türküler Dolusu adlı şiirinde geçen “‘Bana bir bardak su’ dercesine” dizesini anardı sık sık.

Turan Erol’la sazlı sözlü en doyurucu muhabbetimiz 6 nisan 2014’de, bir pazar günü öğleden sonra Cebrail Ötgün, Semra Yücel, Ali Rıza Yılmaz ve Nahide Yılmaz’la birlikte gittiğimiz atölyesinde gerçekleşti. Yaklaşık dört saat sürdü muhabbet. Çok güzeldi. Hoca her zamanki gibi, viskisi elinde, türkülere eşlik etti, bazılarını tek başına söyledi. Hele Ali Rıza’nın çalıp söylediği, Harabî’nin ‘Ey Zahit şaraba eyle ihtiram’ adlı deyişinin ardından verdiği ders harikaydı. Şarabı öven o deyişte, bizim bilmediğimiz bir sürü sözcük ve kalıp vardı. O vesileyle, Hoca’nın arı Türkçesinin yanı sıra, çok iyi derecede Osmanlıca bildiğini de öğrenmiş olduk. Hoca baştan sona hepsini tek tek okuyarak günümüz Türkçesine çevirdi, yorumladı.

En akılda kalıcı olanlardan biri olarak anımsayacağım o buluşmamızı.

***

(Bu metin daha önce “Turan Erol: Duru Doğanın Ressamı” adlı sempozyum kitapçığında yayımlanmıştır [2014, ss. 198-203])