E. Yıldız Doyran / eyildizdoyran@gmail.com
Tophanedeki bazı sanat galerilerine geçen yıl yapılan baskını unutmaya yüz tutmuşken, hükümetin içki konusundaki yeni düzenlemeleriyle yeniden anımsadık. Malum, o baskının bahanesi de içkiydi. Ahlâkî ve dinî hassasiyetleri gerekçe gösteren mahalle sakinleri, galerilerin camlarını indirmişler, gözdağı vermişlerdi. Son zamanlardaysa Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı’yla bağlantılı ‘ucube’ tartışmaları girdi devreye. Gün geçmiyor ki bu ve benzeri konularda bir haber çıkmasın.
Duyarlı yurttaşlar, sanatçı ve aydınlar “sanata ve çağdaş yaşama müdahale ediliyor” diye tepki gösterirken; iktidar çevreleri bıyık altından gülerek “yok öyle bir şey, bunu da nereden çıkardınız?” diyor. Belli ki daha da sürecek bu tartışmalar. Kimileri konuyu güncel siyasetle sınırlı tutuyor, kimileriyse ‘sanat’ ve ‘siyaset’ ilişkisini, sanatın öz dinamiklerini gözardı etmeksizin derinlemesine ele almaya çalışıyor. İşte bu tartışmalara bir kitap ve sergiyle müdahil oldu Mehmet Yılmaz. Kitap da sergi de aynı adı taşıyor: ‘Sakıncalı, Çünkü Edepsiz.’ Yılmaz’la, Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde 28 Mart’a kadar devam edecek sergisi hakkında konuştuk:
E. Yıldız Doyran: Sevgili Mehmet, öteden beri siyasal ve toplumsal konulara duyarlı bir sanatçı olduğunu biliyorum. 1980’lerde henüz öğrenciyken askerî darbeyi eleştiren işler yapmaya başlamıştın. 2000’lerin başlarına kadar, ‘Yeni Dünya Düzeninden Görüntüler’, ‘Belleğimdeki Parçalar’, ‘Pencere’ ve ‘Bir Yanım İçerde’ adlarıyladiziler gerçekleştirdin. Sonrasında, biçim ve kavramların karşılıklı çağrışımları üzerine yoğunlaştığın, özyaşamsal nitelikli ‘İçine Yabancı Dış’ ve ‘Cin.s.el Şeyler’ gibi dizilere yöneldin. 2006’dan beri de ‘Edepsiz Kavramlı İşler üzerinde çalışmaktasın. Şimdi bunları ‘Sakıncalı, Çünkü Edepsiz’ adı altında izleyiciye sunuyorsun. Bu ‘edepsiz’ kavramından başlamak istiyorum. Edepsiz İşler, bir önceki ‘Cin.s.el Şeyler’ dizisinden doğdu sanırım. İlk bakışta, siyasî olmaktan çok, ahlâkî bir çağrışımı var. Ne dersin?
Mehmet Yılmaz: Haklısın, edepsiz kavramının öncelikle ahlâkî bir tınısı var; ama aynı zamanda siyasî bir kavram bu.
E.Y.D.: Açar mısın biraz?
M.Y.: Şu günlerde ahlâkî ve siyasî şeyler birbirine karışmış, hatta aynı şeyler olmuş vaziyette. Biliyorsun, şimdiki iktidar ne kadar inkâr ederse etsin, siyasetini dinî ve ahlâkî bir söylem üzerinden yürütüyor. İtiraf edeyim, ‘edepsiz’ sözcüğünün ilham kaynağı Erdoğan’dır. İman, itaat ve biat kültüründen geldiği için, eleştiri ve itirazlara tahammül edemiyor. Ne kadar dikkatli olmaya çalışırsa çalışsın, kendini kaybettiği (daha doğrusu, özüne döndüğü) anlarda ağzından dökülen sözcükler ele veriyor zihin yapısını. Bugüne kadar edep ve ahlâk sözcüklerini onun kadar sık kullanan bir başbakan anımsamıyorum. Muhalefet liderlerinden tutun hakları için direnen işçilere ve öğrencilere kadar, herkese “Edepli olun, edepli!” diye gözdağı veriyor. Hatta, yanılmıyorsam kendini eleştiren bazı sanatçılar aleyhine de dava açmıştı.
E.Y.D.: Din ve ahlâk üzerinden siyaset yapmanın iyi olmadığını; daha doğrusu, çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum ben de. Örneğin, din iman adına Sivas’ta Madımak Oteli ateşe verilmiş, aydınlar cayır cayır yakılmıştı. Unutmak mümkün değil.
M.Y.: İnsanların dinî duygularını istismar etmek çok kolaydır. Siyasette, ticarette hatta gönül işlerinde bir kısım adamlar sırtını dine dayamış vaziyetteler. Geçen gün gazetelerde çıkmıştı, bunlardan bazılarının birden çok karısı varmış; biri resmî, diğerleri imam nikâhlı! Düşünebiliyor musun, dinci yazarlardan biri küçücük kıza tecavüz etmiş, camia görmezden gelmişti. Hatta devletin resmî sağlık organları dindar saldırganı korumak için, “tecavüze maruz kalan kızın ruh sağlığı bozulmamıştır” diye rapor bile düzenlemişlerdi. Bunlar vatansever, dindar ve edepliyse, işte açıkça ilan ediyorum, ben de vatan hainiyim, edepsizim, ahlâksızım!
E.Y.D.: Eleştiri ve itiraz anayasal haklardandır. Gördüğüm kadarıyla sen de bunu yapıyorsun. Ama biliyorsun, demokrasi kültürünü henüz oluşturamamış toplumlarda, örneğin bizde, tabulara dokunan insanlara iyi gözle bakılmaz. Dinsel ve cinsel tabuların dokunulmazlığı, siyasal tabulara kıyasla daha fazladır. Yani, bu dizideki bazı işlerin iktidar çevrelerini geçtik, yakın çevreni bile rahatsız edebilir.
M.Y.: Aslında haklısın. İçlerinden bazılarını çok sevdiğimiz halde, 6 yaşındaki oğlumuzu düşünerek eve asmaya çekiniyoruz.
E.Y.D.: Bu yapıtları kendi evine bile asmaya çekiniyorsan; benim gibiler hariç, başkalarının alıp asmasını nasıl bekleyebilirsin?! İktidar ve yandaşlarını geçtik, piyasayı da karşına almış gibisin. Kabul, bir sanatçı öncelikle kendisi için yaratır. Yapıtının ilk izleyicisi yine kendisidir. Ama diğer izleyiciler de mutlaka yapıtı görmeli, değil mi? Yarattığımız imgenin varlığı, zihinlerde kapladığı yer kadardır nihayetinde.
M.Y.: Haklısın, görsel bir yapıt görülmek üzere yaratılır. İşte bu yüzden mutlaka sergilemek, göstermek istedim işlerimi. Piyasayı karşıma almaya gelince; ne yapayım, bu sefer de edepsiz işler çıktı ortaya. Önceden planlanmış bir sürecin ürünü değil bunlar. Zamanın ruhu yaptırdı bunları bana. Bir yapıtın oluşumu, bir çocuğun oluşumuna benzer. Zihin, imgenin ilk mekânıdır, rahmidir. İmge bir kez zihne düşmeye görsün; ne yapar eder, ölü ya da diri mutlaka dışarı çıkar, somutlaşır. Sanatçı mecburdur onu doğurmaya, görünür kılmaya. İş ortaya çıktıktan sonra, yaşayıp yaşayamayacağıysa ortama, zamana bağlıdır.
E.Y.D.: Sergideki işlerinde görsel ve kavramsal imgeler iç içe geçmiş vaziyette. Nasıl başlıyor ve ilerliyorsun? Yöntem hakkında bilgi verir misin kısaca?
M.Y.: Beyaz tuvalin karşısına geçtiğimde, o gün medyada çıkan siyasal, ekonomik ya da magazin boyutlu, ilgimi çeken bazı haberleri yazıyorum önce. Bir sonraki seansta doğaçlama boyalarla ilerliyorum. Haliyle, bazı haberler siliniyor, bazıları görünmeye devam ediyor. Gidişata göre, yeni haberler, renkler ekliyorum. Görsel ve kavramsal imgeler birlikte harmanlanıyor.
E.Y.D.: Bunlar, yalnızca seyredilesi değil, aynı zamanda okunası işler. Ustalığın yanı sıra, çocuksu bir havası da var.
M.Y.: Çünkü, bir çocuktan ilham aldım, aşılandım. Oğlum Düşan hayvan belgesellerini çok seviyor. Dinozorlar, timsahlar, balinalar, böcekler… Durmadan çiziyor, çiziyor. Çaktırmadan izliyorum. O kadar rahat çiziyor ki, kıskanıyorum. Bu dizinin ilk işlerinde, onun bazı çizimlerini büyüterek aynen taklit ettim. Çizimlerinin taze hamlığı yeni bir ruh verdi işlerime.
E.Y.D.: Hayvan kafalarına nasıl karar veriyorsun? Kimilerini doğrudan kesip yapıştırmış, kimileriniyse elle boyamışsın.
M.Y.: Duruma göre değişiyor. Tuval belli bir doygunluğa erişince, yazıları da dikkate alarak önceden hazırladığım kafaların uygun olanını yapıştırıyor ya da elle boyuyorum. Arkasından, gövdeleri çiziyorum. En çok da çizim aşaması hoşuma gidiyor. Fotoğrafik kafalarla çizgiler yan yana gelince mizahî bir dil ortaya çıkıyor, anlatım esnekleşiyor.
E.Y.D.: Video işinde de var bu mizahî tavır. Mizah, sert eleştirileri muzipleştirerek katlanılır hale getiriyor. Sergiyle aynı adlı, son kitabının kapağındaki gülen eşek imgesi, demek istediğimi özetliyor aslında. Sergi için katalog değil de kitap düşünmüşsün. Neden?
M.Y.: Dağıtımı sergiyle sınırlı kalmasın diye kitap olarak tasarladım. Böylece, ulaşılması çok kolaylaştı. Katalogta ağırlık görsellerden yana olur. Oysa, Sakıncalı Çünkü Edepsiz’in % 60’ı metin. A. Nahide Yılmaz’la yaptığımız söyleşi ve ona eşlik eden renkli görsellerden oluşuyor kitap. Daha öncekiler gibi bu da Ütopya Yayınları’ndan çıktı.
E.Y.D.: Kitap, öznel tarih ve yapıtlar üzerinden, bir nesnel ortam okuması niteliğinde. Bir sanatçı ve öğretim üyesi olarak, 12 Eylül 1980 darbesinden günümüze, sanat eğitiminden ekonomi, siyaset ve piyasa ilişkilerine dek, belli konulara ışık tutmuş; deyim yerindeyse, bir manifestoyla da bitirmişsin. Özellikle son kısmı çarpıcı geldi bana: “Her türlü uyuşturucu inanç ve davranışı sorgulayan, eleştiren ve çomak sokanlar öteden beri iktidarlar tarafından sakıncalı sayıldı, sayılıyor. O halde,sakıncalı olmanın zamanıdır. Amerikan dostu iktidar bir yandan bireyleri dinî ve ahlakî hassasiyetler motifleriyle süslü bir örtünün altına sokmaya çalışıyor; bir yandan da ruh sağlığını bozmadan tecavüz eden din bezirgânlarına ortam hazırlıyor. Kendisi gibi düşünmeyenlere, eleştirenlere ‘edepli ol edepli!’ ya da ‘artistlik yapma lan!’ diyor; hatta açıkça tehdit ediyor. Kendi eğilimindeki belediyeler alkol satanları ulu orta dövüyor; içenleri ahlaksızlıkla suçluyor. O halde, artistlik yapmanın, edepsiz olmanın zamanıdır. Evet, Picasso’nun dediği gibi, ‘Sanat asla edepli olmamıştır. Zaten edepli olsaydı sanat olmazdı.’”
Maruz kaldığımız bunca saldırıdan sonra, ihtiyacımız vardı böyle muhalif bir sergi ve kitaba. Eline, beynine sağlık.
M.Y.: Teşekkür ederim.