Türkiye’de Postmodern (Çağdaş/Güncel) Sanatın Tarihini Yazmak / Mehmet Yılmaz

(Metin daha önce http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1885 adresinde yayımlandı)

Halil Altındere ve Süreyya Evren’in hazırladıkları ‘User’s ManualContemporary Art in Turkey (Kullanma Klavuzu – Türkiye’de Güncel Sanat), 1975-2015’ adlı kitap üzerinden Bedri Baykam sanat tarihi yazımıyla ilgili bir tartışma başlatmıştı ekim ayında. Öncelikle, tartışmaya neden oldukları için Altındere ve Evren’i kutluyorum. Harekette bereket vardır. Kitap üzerinden Bedri Baykam, Ali Şimşek ve Yusuf Taktak’ın Sanatatak’taki yorum ve eleştirilerini de anlamlı buluyorum. Demek ki çalışmayı ciddiye almışlar. Az önce fark ettim ki, Baykam’ın metninin altına o tarihte çabucak yazdığım yorumu Ayşegül Sönmez bağımsız bir yazı olarak aynı sitede yayımlamış; dolayısıyla, çember biraz daha genişlemiş (1). Konuyu takip edenler anımsayacaktır, Baykam bir adım daha atarak Yusuf Taktak, Ayşegül Sönmez, Osman Erden ve Ali Şimşek’le birlikte Piramid Sanat’ta “Sanat Tarihi Nasıl Yazılır, Nasıl Yazılmaz?” adlı bir de panel düzenledi. Fırsat bulup gidemediğim için orada neler konuşulduğuna tanıklık edemedim ama öğrendiğime göre üç aşağı beş yukarı Sanatatak’ta yayınlanan görüşler yinelenmiş (2).

‘Tarih’i ve onun alt dallarından biri olan ‘sanat tarihi’ni nesnel (mutlak doğru) bir şekilde yazmak mümkün değil maalesef. Esasen, mutlak diye bir şey yoktur. Varsa bile, göreli ve değişken olandır mutlak. Bu yüzden, ODTÜ Felsefe Bölümünden Tahir Kocayiğit, ‘tarihin bir bilim olmadığını iddia edenler var’ diye uyarmıştı bir söyleşimizde. Tarih egemen güçlerin isteği doğrultusunda, onların himayesindeki eli kalem tutatanlar tarafından yazılmış/yazılıyor. En çok kim bağırırsa onun sesi duyuluyor; en çok kim görünürse, gerçeğin ondan ibaret olduğu sanılıyor. Bu dün böyleydi, şimdi de böyle. ‘Sadece ve sadece bilimsel bir çalışma’ yapmak adına duygularından, inanç ve siyasal görüşlerinden arınarak yola koyulsa bile, bir tarihçinin ürünü nihayetinde bir metindir. Metin ise bir kurgudur, anlatıdır. Tarih bilimi bir takım olgulardan, rakamlardan ibaret değildir. “1453’te İstanbul fethedildi” demekle, “1453’te İstanbul işgal ve istila edildi” demek arasında fark vardır. Bunlardan hangisi doğru? Buradaki tek nesnel şey ‘1453’ gibi duruyor; ama o bile ‘İsa’nın doğumu’ üzerinden belirlenmiştir; ‘öyle’ kabul edilmiştir, dolayısıyla özneldir. Rakam, kavram, terim, yorum ve algıların, yani anlatının değişmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur.

Tarihçi, estetikçi ve eleştirmenler sanat hakkında görüş beyan edebildiklerine göre, sanatçıların da sanat tarihi, estetik ve eleştiri hakkında konuşmaları son derece doğal olsa gerek. “Ne yapmak istediğini o bilir, biz bilmeyiz; ama ne yaptığını biz biliriz, o bilmez” demişti Sartre, Giacometti’yi anlattığı bir metinde (3).  Aynı şey, sanat tarihçisi için de geçerli: Ne yazmak istediğini o bilir, biz bilmeyiz; ama ne yazdığını biz biliriz, o bilmez. Evet, karar başkalarına (‘biz’e) aittir. Ancak unutulmaması gereken, ‘biz’in kararlarının sabit olmadığıdır.

Kullanma Klavuzu’na dönersek: Bu, 1986-2006 arası Türkiye’deki ‘güncel sanatçılar’ı ele alan kitabın 1975-2015 arasını kapsayacak şekilde genişletilmiş ikinci baskısı. Tasarımıyla, baskısıyla, kağıt kalitesiyle, hacmiyle çok havalı duruyor. İngilizce ve Türkçe. İngilizcesi, altta minicik basılan Türkçesini ezmiş. İmaj meselesi. Belli ki iyi para harcanmış. Tabii tüm bunlar kitabın ‘sen ben bizim oğlan’ mantığıyla oluşturulduğunu gizleyemiyor; içerikle ilgili sıkıntılarını örtmeye yetmiyor.

İkinci baskıda, daha önceki sanatçılardan 26’sının yer verilmediğini saptamış Baykam. Yani aradan geçen 10 yılda o sanatçılar değerlerini kaybetmiş! Öte yandan 50 sanatçı, her iki kitapta da yerlerini korumuş.  Ekleme ve çıkarmalar hangi ölçütlere göre yapılmış? Yanıt yok. Kavram ve terimlere, sipariş edilen metinlerin güncellenmemiş olmasına dikkat çekmekle birlikte, Baykam daha çok sanatçı seçimine takmış görünüyor. Sanat tarihi yazımını öncelikle sanatçı isimlerine indirgeme nedeni, bir tarihçi değil, bir sanatçı olmasıyla bağlantılı sanırım.

Günümüz sanatını ifade etmek için tercih edilen kavram seçimine gelince: Baykam özetle, ‘contemporary’nin Türkçe karşılığı olarak ‘çağdaş’ı kullanmak gerektiğini, ‘güncel’in ‘uydurma bir deyim’ olduğunu; Altındere’nin ısrarla ‘çağdaş sanat’ yerine ‘güncel sanat’ demesinin konuyu ve tarihi saptırmaya dönük olduğunu belirtiyor. Yine Ali Şimşek’e göre de güncel yerine çağdaş demek daha isabetli bir yaklaşım gibi durmaktadır. Doğrusu, bir ara ben de onlar gibi düşünüyordum. Ancak bir sıkıntı var ortada. Kolay kolay aşılabilecek gibi de görünmüyor.

Bu konudaki ayrıntılı görüşlerim kitaplarımda ve internet sitemde (4) mevcut olduğu için burada yalnızca özet geçeceğim. Bilindiği üzere, Cumhuriyet sürecinin başından beri, özellikle de 1932’deki dilde özleşme atılımıyla bağlantılı olarak, ‘modern’in Türkçesine ‘çağdaş’ denmiş. Azımsanamayacak bir kesim tarafından kullanılmış, kulanılıyor. Kimileri, terimlerin aslına sadık kalınması gerektiği düşüncesinden hareketle ‘modern’i kullanmaya devam ederken, aydınların çoğu Atatürk’ün önerisine kulak vererek, “Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak” adına, modern yerine çağdaş (‘modernisation’ yerine ‘çağdaşlaşma’, ‘modernity’/‘modernité yerine ‘çağdaşlık’) demişlerdir. Örneğin, Sezer Tansuğ’un 19. yüzyıldan 1980’lere uzanan süreci anlattığı ‘Çağdaş Türk Sanatı’ adlı kitabı duruyor önümüzde. Yine, Mazhar ve Nazan İpşiroğlu’nun 1979’da ortak yazdıkları ‘Sanatta Devrim’ adlı kitapta, Batı’daki modern sanat akımlarına ‘çağdaş sanat’ dendiğini görüyoruz. Buna benzer başka örnekler de bulabilirsiniz. Sanatın yanı sıra felsefe, siyaset ve diğer alanlarda da durum aynı. Hatırı sayılır bir külliyat var önümüzde. Tarihi önemseyen biri, bunları yok sayabilir mi? Tüm kitapları, makaleleri yaksak bile zihinlerimize, toplumsal hafızamıza yerleşmiş alışkanlıkları, algıları silmek mümkün mü?

Bu durumda, ‘contemporary’nin Türkçesi için yeni bir sözcüğün önerilmesinden (eğer yoksa, icat edilmesinden, ‘uydurulması’ndan) daha doğal ne olabilirdi? Hem ‘modern’in hem ‘contemporary’nin karşılığı olarak tek bir sözcükte (‘çağdaş’ta) ısrar etmek nasıl bir mantıktır? Aksi halde karışıklık çıkmaz mı? Nitekim öyle olmuştur (Bu yüzden ben çağdaş ya da güncel sanat yerine, postmodern sanat terimini tercih ediyorum). İdeolojik saptamalarına katılır ya da katılmazsınız, Vasıf Kortun bu yüzden önermişti ‘güncel’ kavramını. Manevrası akıllıcaydı. Yeni bir kavram, yeni bir çekim merkezi demekti. Peki, ‘güncel’in içi nasıl doldurulmalıydı? Buna hangi sanatçılar, türler, eğilimler dahil edilmeliydi? Fırtına burada kopmuştur işte.

Baykam’ın itirazının ardından örnek verdiği ‘çağdaş sanatçı’ isimlerine baktım: Evet, Altındere ve Evren’den biraz daha nesnel, kapsayıcı. Ancak andığı sanatçıların neredeyse hepsinin İstanbul’dan ve yakın çevresinden olması da benzer bir yaklaşımı yansıtmıyor mu? “… ve buraya sığdıramayacağımız pek çok ismi…” diye yuvarlaması tatmin edici mi? Ya isim zikretmezsiniz ya da bir zahmet hepsini sıralarsınız. Gördüğüm kadarıyla ‘A Takımı’ ve ‘ötekiler’ gibi bir ayrım onun zihninde de mevcut. Velhasıl, tarihi herkes kendi bildiği (daha doğrusu istediği) gibi yazmaya çalışıyor işte.

Sanatçıların sanata ilişkin yazdığı ya da hazırladığı kitapların çoğu, sanat tarihi disiplinin gerektirdiği yönteme ve titiz bir kaynak araştırmasına dayanmadığından, olsa olsa sanat tarihine dışarıdan katkı niteliğindedir. Turani, Gezer, Berk, Baykam, Altındere-Evren ikilisi ve benim elimden çıkan kitapları (ve konuyla ilgili sergileri, katalogları) bu kapsamda değerlendirmek gerek.

Piramid Sanat’ta düzenlenen “Sanat Tarihi Nasıl Yazılır, Nasıl Yazılmaz?” paneline katılanların keşke en az yarısı deneyimli sanat tarihçileri olsaydı. Belki panelde, üniversitelerdeki enstitülerde, Sanat Tarihi Anabilim dallarında bu konuda yüksek lisans ve doktora tezleri yazıldığını söyleyen birileri çıkmıştır. Örneğin, Burcu Pelvanoğlu’nun 1980 Sonrası Türkiye’de Sanat: Dönüşümler’ adlı oldukça hacimli bir doktora tezi var (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, 2009). Ankara’da Sanat Tarihi Bölümü hocalarından Zeynep Yasa Yaman’ın da çoktandır onar yıllık dilimler halinde çağdaş/güncel tarihimiz üzerine çok titiz, disiplinli tezlere danışmanlık yaptığını biliyorum. Ayşe Nahide Yılmaz’ın ‘1980’li Yıllarda Türkiye’de Sanat ve Siyaset İlişkisi’ adlı doktora tezi bunlardan biri (Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, 2014).

Ayşe Nahide Yılmaz’ın tezi, kapsamı genişletilerek ‘1980 Sonrası Türkiye’de Sanat ve Siyaset’ adıyla kitaplaşmış durumda (Ütopya Yayınevi, 2015). Yılmaz, 12 Eylül 1980 darbesinden 7 Haziran 2015 seçimlerine uzanan sürecin öyküsünü anlatıyor bize.

Kitap beş bölümden oluşuyor. “12 Eylül 1980 Sonrasında Toplumsal ve Kültürel Oluşumlar” adlı birinci bölümün “Yeni Dünya Düzeninin Türkiye’ye Yansımaları” alt başlığında, 12 Eylül darbesi, iç ve dış siyasetin gerilimleri, anayasa değişikliği, yeni partilerin kurulması, Turgut Özal Hükümeti, küreselleşen dünyada ulus-devlet krizi, yeni burjuvalar, dinsel söylemin yükselişi, kimlik siyaseti ve Kürt sorunu gibi konular anlatılıyor. Aynı bölümün “Kültür ve Sanat Ortamına Genel Bakış” adlı ikinci alt başlığında, Türkiye’de ortaya çıkan yeni kültür siyaseti üzerinden, beş yıllık kalkınma planları, Kültür Bakanlığı, sanatsal sorun ve biçemlere; üçüncü alt başlığındaysa, sanat ve siyaset ilişkisinin değişen anlamı ışığında, modern/postmodern kavramlarına ve sanatçı pratiklerine değiniliyor.

İkinci bölüm “Sanat Ortamı ve Kurumlar” başlığını taşıyor. Bu bölümün “Üniversiteler ve Sanat Fakülteleri” adlı ilk alt başlığında, yüksek öğretim siyaseti üzerinden gençliğin inşası, güzel sanatlar ve eğitim fakültelerindeki yapı, program ve eğilimlerdeki değişiklikler ve sorunlar gibi konular üzerinde durulmuş. Aynı bölümün ikinci alt başlığında İstanbul, Ankara, İzmir ve Erzurum’daki Devlet Resim Heykel Müzelerinin içerikleri; üçüncü alt başlığı olan “Sergiler”de başlıca sergiler ve bienaller anlatılmış; bir sonraki alt başlıkta da “Galeriler ve Koleksiyonlar” mercek altına alınmış.

“1990 Sonrası: Yeni Dünya Düzeni mi, Yeni Ortaçağ mı?” adlı üçüncü bölümde küresel gelişme ve tartışmalara değinildikten sonra “1990 Sonrası Türkiye’de Siyasal Süreç” adlı ilk alt başlığında, yeni hükümetler ve siyasal krizleri ana hatlarıyla ele alınmış. Aynı bölümün “1990 Sonrası Sanatsal Ortam ve Tartışmalar” adlı ikinci alt başlığında, bienal siyaseti,  genç sanat etkinlikleri, küratörlük tartışmaları, güncel/çağdaş/postmodern ayrımları ve sanatta muhafazakârlık gibi tartışmalar yatırılmış masaya. Bir sonraki alt başlıkta da ortaya çıkan yeni kurumlara ve bağımsız sanatçı inisiyatiflerine yer verilmiş.

 “Sanatta Siyasetin Görüntüsü” adlı dördüncü bölümde, tarihsel ve kavramsal kökler ışığında belli eğilimler ve sanatçılar mercek altına alınmış; resim, heykel, yerleştirme ve video gibi yapıtların özellikleri üzerinden gruplamalara gidilmiş ve siyasal havanın izleri araştırılmış. ‘Piyasa Düzeninde Sanatın Muhalif Gücü”, ‘Çağdaş Siyasal Sanat ve Temsil’, ‘Sistem Karşıtlığı ve Yenilik İçgüdüsü’, ‘Sınıfsal ve Ekonomik Konum’ ve ‘Sanatçıların Siyasal Eğilimleri’ gibi alt başlıklara bölünen “Sonuç” kısmı, ortaya çıkarılan genel düşüncenin ayrıntılardan arındırılarak daha da somutlaştırılmış bir resmi niteliğinde. “Ekler”deyse, başlıca sansürler, mahkemelik olaylar ve darbenin bilançosu yer alıyor (5).

Konu siyasetle sınırlanmış durumda; ancak bir yönüyle de Türkiye’deki postmodern (çağdaş/güncel) sanatın macerası anlatılıyor. Mesele, sanatçılardan ziyade genel ortam ve kavramlar üzerinden ele alınmış (tabii, pek çok sanatçıyı kapsıyor). Bu, bir sermaye devinin himayesinde, piyasayı yönlendiren galerilerin isteği doğrultusunda hazırlanan pahalı ve gösterişli bir kitap değil. İtici gücü bireysel merak, vicdanî sorumluluk; klavuzu, akademik (bilimsel) ilkeler. Daha çok insanın ulaşabilmesi için siyah beyaz basılmış. 254 görsel içeren kitap, metin ağırlıklı; 24×17 cm, 480 sayfa. Konuyla ilgili çalışmaları yakından takip eden biri olarak, şu an için elimizdeki ‘en nesnel’ kitabın, Yılmaz’ın ‘1980 Sonrası Türkiye’de Sanat ve Siyaset’i olduğunu söyleyebilirim. Bu konudaki büyük boşluğu doldurma çabalarına hatırı sayılır bir katkı. Umarız buna yenileri eklenir.

Notlar:

(1) Bedri Baykam, “Sanat Tarihini Kafasına Göre Yazmak”, http://www.sanatatak.com/view/Sanat-tarihini-kafasina-gore-yazmak/2051); Ali Şimşek, “Versiyon İki: Sanat Tarihi ve Sol Liberalizm”, http://www.sanatatak.com/view/Versiyon-Iki-Sanat-Tarihi-ve-Sol-Liberalizm/2056; Yusuf Taktak, “Kılavuzu: ‘Kullanma Kılavuzu’ Olan Bir Kafa”, http://www.sanatatak.com/view/KILAVUZU-KULLANMA-KILAVUZU-OLAN-BIR-KAFA/2079; Mehmet Yılmaz, “Sanat Tarihini Nesnel Yazmak Mümkün müdür?”, http://www.sanatatak.com/view/Sanat-Tarihini-Nesnel-Yazmak-Mumkun-mudur/2063.

(2) Oğuz Kemal Özkan, “Sanat Tarihi Nasıl Yazılır, Nasıl Yazılmaz?”, http://www.kitaptansanattan.com/oguz-kemal-ozkan/sanat-tarihi-nasil-yazilir-nasil-yazilmaz/

(3) Jean Paul Sartre, “Mutlağın Peşinde”, Estetik Üstüne Denemeler, çev. Mehmet Yılmaz, Doruk Yayınevi, 1998: 98 (çeviri değiştirildi).

(4) Mehmet Yılmaz, Sanatçıları Okumak ya da Postmodern Söyleşiler, Ütopya Yayınevi, 2009; Sanatın Günceli, Güncelin Sanatı, Ütopya Yayınevi, 2012; Modernden Postmoderne Sanat, Ütopya Yayınevi, 2013; “Modern, Çağdaş, Güncel, Postmodern”, https://mehmetyilmazmehmet.com/metinler-texts/modern-cagdas-guncel-postmodern-mehmet-yilmaz/

(5) Kitabın hacmini düşük tutmak için, sanatçılarla 1980’ler üzerine yapılan yazışma ve görüşmelere yer verilmemiştir. Ancak isteyen, kitabın özünü oluşturan doktora tezinin ‘Ekler’ kısmında bu metinlere ulaşabilir: Ayşe Nahide Yılmaz, ‘1980’li Yıllarda Türkiye’de Sanat ve Siyaset İlişkisi’, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, sanat tarihi Anabilim Dalı, 2014; http://katalog.hacettepe.edu.tr/client/tr_TR/search/asset/128980;jsessionid=46B0E6D9606874827DC475D640BA8C6B